Tayland'da dil bariyeri ve kaybolan mizah

Ece Uygan, Tayland’da yaşadığı dil bariyerinin, yalnızca kelimeleri değil; mizahı, kimliği ve görünürlüğü de gölgede bıraktığını yazdı.

12punto

Yazar: Ece Uygan

Tayland'a adım atıldığında, neredeyse nemli havası kadar yapışkan bir his daha hissedersin ve peşini bırakmaz: Yarım olmak. Altı aylık bir macerada, plajların turkuaz suları ve sokak yemeklerinin baharatlı büyüsü arasında, en çok dilin duvarı vurur yüze. Tayca, sadece bir iletişim aracı değil, bir kişilik filtresi. Konuşamamak, sadece kelime eksikliği değil; zekanın, ironinin, hayat algısının yarısını kapıda bırakmak gibi. Gülüyorsun, jest yapıyorsun, selam veriyorsun. Ama şaka yapamıyorsun.

Şakanın kaybolduğu yer

Mizah, insanın en keskin silahıdır. Zekanın parıltısı, ironinin iğnesi, hayatı algılama biçiminin ince ayarı. Tayland'da dil bariyeri bu silahı elinizden alır. Bir kafede samimi bir sohbet anında, o zekice parıltıyı, o hazırcevaplılığı göstermek istersiniz. Ancak kelimeler tonunu kaybeder ve karşınızdaki size sadece bakar. O an, kahkaha yerine derin bir sessizlik çöker, mizahın kırılma noktası donar. Bu, sadece eğlenceyi değil, kişiliğinizin çekirdeğini kaybetmek gibidir: Kim olduğunuzu, neye ve nasıl güldüğünüzü paylaşamamak.

Tayca'nın tonlu yapısı: Pirinç mi dedim dağ mı?

Tayca'nın en büyüleyici yanı, beş tonlu yapısı. Aynı hece, sesin iniş çıkışına göre bambaşka anlamlara bürünür. "Khao" diyorsun: Düşük tonda pirinç, yüksek tonda dağ, düşen tonda ise hayalet. Bizim kulaklarımız, bu nüansları ayırt etmekte yetersiz, onlarınki ise duyguyu ton üzerinden okur. Kelime öğrenmek yetmez kelimenin müziğini ezberlemen gerekir. Üstelik dilde fiil çekimi yok. Bu sezgisel yapı, lineer düşünen bir zihni şaşırtır. Ton kayarsa, anlam kayar, insan sürekli "Anlaşıldım mı?" endişesiyle yaşar.

Bu minik yanlış anlamalar, birikince büyük bir duvar olur. İlişkiler hafifleşir; herkes basit ifadelerle konuşur, duyguları saklar, sorunları yumuşak bir gülümsemeyle geçiştirir. Taylandlıların nezaketi (kreng jai) gerçek, ama duyguların açık tarifi yok. Bu hava, bir süre sonra hafif bir yalnızlık getirir: Kötü değil, ama içte minik bir boşluk. Birinin mizahını anlamaması, hikayenin kırılma noktasına ulaşamaması, ironiyi yakalayamaması... Sanki "Ben buradayım, ama tam görünmüyorum."

May Pen Ray felsefesi: Zamana karşı sessiz direniş

Tayland'da yaşam ritmi, kelimelerden çok daha fazlasını anlatan iki ifade etrafında döner: May Pen Ray (Önemli değil, sorun yok) ve Cay Yen Yen (Sakin ol, yavaşça). Batılı zihin, bir sorunla karşılaştığında onu hemen tanımlar, çözer ve sonuç ister, halbuki Tayland kültürü, sorunun varlığını yumuşatır gülümseyerek geçiştirir. Bu, kayıtsızlık değil, çatışmadan kaçınma ve mevcut durumu kabul etme erdemidir.

Bu felsefe, "yarım kimlik" hissini de derinleştirir. Batılı için zaman değerli, dakiklik ve doğruluk esastır. Oysa Tayland'da, otobüsün gecikmesi, randevunun kayması, hatta bir işin yavaş ilerlemesi bile May Pen Ray şemsiyesi altına alınır. Bu durum, yabancı bir zihinde önce hüsran yaratır çünkü problem çözme mekanizması işlevsiz kalmıştır. Ancak zamanla, Cay Yen Yen ritmine teslim olmak, hayatı kontrol etme ihtiyacından vazgeçmeyi öğretir. Böylece, dil bariyerinin yarattığı varoluşsal boşluk, yavaş yavaş sabır ve kabul gibi yeni erdemlerle dolmaya başlar. Yarım hissetmek, belki de hızlı yaşama alışkanlığından vazgeçmenin ilk adımıdır.

Kişisel dönüşüm ve zafer

Yine de bu yarım hissetme tamamen negatif değil. Dil seni zorladıkça, kendi iç sesine dönüyorsun, kendi esprini kendine yapıyorsun, zihninde daha fazla alan açıyorsun, ritmine güveniyorsun. Tayca'yla boğuşmak, sana kendi dilinin gücünü ve kişiliğinin ne kadar sözcüklere bağlı olduğunu gösteriyor.  Ve o ilk anlama anı. Bir kelimeyi doğru tonla söyleyip, karşındakinin gözlerinde gerçek bir anlayış gördüğünde minicik bir zafer getirir. O zafer, "Tamam, bu ülkede bir şeyler yavaş yavaş çözülüyor" dedirtir. Sonunda ortaya şöyle bir gerçek çıkıyor: Yarım hissetmek, yeni bir ülkede kök salmanın doğal parçası. Dil seni ilk altı ay boyunca kapıda bekletiyor, içeri hemen almıyor. Ama kapıyı araladığında ilişkiler de, sokaklar da, espriler de başka bir akışa giriyor. Tayca zor bir dil. Tonuyla, ritmiyle, nezaketiyle bizi baştan eğitiyor. Tayland'ın sıcak havasında, tonların arasında yüzerken, anlıyorsun, dil, sadece konuşmak değil kendini yeniden keşfetmek.

Tam görünmemenin maliyeti

Tayland'da bu altı ay, bana kendi dilimdeki sözcüklerin sadece iletişim aracı değil, aynı zamanda kimliğimin harcı olduğunu gösterdi. Tayland'da öğrendiğim en zor ders bu oldu: Dil bariyeri aşılamaz bir engel değil, fakat yarattığı varoluşsal bir boşluk. Bu, buradaki varlığımı bir "gölge kimliğe" dönüştürüyor. Ne zaman bir Taylandlı ile samimi bir an yakalasam, ne zaman bir expat ile derin bir sohbetin eşiğine gelsem o nazik gülümseme ve o geçicilik hissi araya giriyor.

Sonunda ortaya şöyle bir gerçek çıkıyor: Yarım hissetmek, yeni bir ülkede kök salmanın doğal parçası olabilir. Ama bu yarım kalmışlık, sadece bir "konuşma" sorunu değil, bir kişinin kendini özgünlüğünden soyutlama maliyetidir. Ancak o boşluk ne zaman tamamen dolacak? Bu topraklarda tam görünmek, ne kadar zaman gerektirecek? Bu sorunun cevabı, şimdilik sadece iç sesimde yankılanıyor.